Her dilde atasözleri ve deyimler vardır. Toplumbilim, ruhbilim, eğitbilim,
ekonomi, felsefe, tarih, ahlak, folklor... gibi birçok konuları ilgilendiren ve
birçok yönlerden inceleme konusu edilmeye değer olan bu ulusal varlıklar, deyiş
güzelliği, anlatım gücü, kavram zenginliği bakımından pek önemli dil
yapılarıdır.
Bizdeki eskiden sav, mesel, tabir diye anılmış olan ve eski, yeni konuşma
dillerinde manzum, mensur yazılar arasında kullanılmış ve kullanılmakta bulunan
atasözleriyle deyimler, birçok kimselerce derlenmiş ve kitap olarak
yayımlanmış ise de ne gibi özellikleri bulunan söze atasözü, ne gibi özellikleri
bulunan söze deyim denilmek gerektiği ciddi olarak incelenmemiştir. Başta
Şinasi`nin Durub-i Emsal-i Osmaniyye`si olmak üzere bütün derlemeler, atasözleri
adı altında verilen deyimlerle, deyim adı altında verilen atasözleriyle ya da ne
atalarsözü, ne deyim olan birtakım laflarla doludur. Bu karışıklık sürüp
gitmektedir. Her iki söz çeşidinin ortak niteliği olan özlü, kalıplaşmış, hoşa
giden bir anlatım aracı olmak, bu sözleri birbirine karıştırmanın başlıca
nedenidir. Biz bu incelememizde birleştirici nitelikleri de ayırıcı nitelikleri
de göstermeye çalışacağız ve bu konu ile ilgili eserlerde gördüğümüz yanılmaları
belirttik.
Atasözlerinin ve deyimlerin ana niteliklerini çizmek o kadar güç bir şey
değildir. Ama kimi zaman -gökkuşağının yan yana bulunan iki rengi arasında
olduğu gibi- atasözleriyle deyimler ve bunlarla bayağı sözler arasında kesin
bir sınır bulunmadığından, bir sözün niteliği ikircimli bir konu olur.
Bununla birlikte sarı, yeşil, mavi nasıl ayrı ayrı renkler olarak varsa
atasözleri, deyimler, bayağı sözler de öylece, nitelikleri ayrı söz çeşitleri
olarak vardır.
İncelememize başlamadan önce iki söz çeşidinin adları üzerinde biraz duralım:
Divanü Lugat-it Türk`te atasözleri, Arapça mesel, Türkçe sav sözcükleriyle
anılmıştır. Divan edebiyatında ve Osmanlıcada bu kavram için mesel de,
darbımesel de geçer. Darbımesel, aslında mesel getirmek, duruma uyan y yaygın
bir söz ya da bir atasözü söylemek demektir; ama atalarsözü anlamına
kullanılmıştır. Nitekim Nabi: Sözde darbülmesel iradına söz yok amma, Söz odur
aleme senden kala bir darbımesel. demiştir.
Mesel`in çoğulu emsal, darbımesel`in çoğulu durub-i emsal`dir. Bu sözler
yerlerini yetmiş seksen yıldan beri Türkçelerine bırakmaya başlamışlardır. Bugün
tekil olarak atalarsözü ve atasözü, çoğul olarak da atasözleri diyoruz. Otuz yıl
öncesine kadar deyime de, terime de tabir ve ıstılah deniliyordu. Eskiden hem
atasözlerinin hem birtakım deyimlerin başka bir adı da meşhur sözler idi.
Yeniler gibi eskiler de darbımesel, meşhur söz, tabir, ıstılah sözcüklerinin
özelliklerini belirtmemişler, bunlar arasındaki farkları göstermemişlerdir.
ATASÖZLERİ
Bizim, gelenekle yerleşmiş bir atalarsözü almayışımız vardır. Bu anlayışa göre
atasözleri, ulusal varlıklardır. Tanrı ve peygamber sözleri gibi ruha işleyen
bir etki taşırlar. İnandırıcı ve kutsaldırlar. Nitekim eski bir atasözü şöyle
der: Atalar sözü Kur`ana girmez, yanınca yelişür (Birlikte koşup gider; ondan
geri kalmaz). Atasözleri, geniş halk yığınlarının yüzyıllar boyunca geçirdikleri
denemelerden ve bunlara dayanan düşüncelerden doğmuşlardır. Ulusun ortak
düşünce, kanış ve tutumunu belirtir, bize yol gösterirler. Bir atasözüyle
belgelendirilen tutumun doğruluğu herkesçe kabul edilir. Anlaşmazlıklarda bir
atasözü en büyük yargıcıdır. İşte bu atasözleri, biçim bakımından da, kavram
bakımından da birtakım özellikler taşırlar. O özellikleri birer birer gözden
geçirelim:
A- BİÇİM ÖZELLİKLERİ
1- Atasözleri kalıplaşmış (klişe durumuna gelmiş) sözlerdir: Her atasözü, belli
bir kalıp içinde, belli sözcüklerle söylenmiş olan donmuş bir biçimdir.
Sözcükler değiştirilip yerlerine -aynı anlamda da olsa- başka sözcükler
konulamayacağı gibi sözdiziminin biçimi de bozulamaz. Böyle değiştirmeler
yapılsa ortaya çıkan söz, -anlam değişmese dahi- atalarsözü diye anılmaz.
Örneğin: Derdini saklayan derman bulamaz.
sözündeki derman yerine ilaç denilemez.
Çalma elin kapısını, çalarlar kapını.
sözü de, sözcüklerin sırası değiştirilerek:
Elin kapısını çalma, kapını çalarlar
biçiminde söylenemez.
2- Atasözleri kısa ve özlüdür. Az sözcükle çok şey anlatır:
Dikensiz gül omaz.
Alet işler, el övünür
Taşıma su ile değirmen dönmez ... gibi.
3- Atasözlerinin çoğu bir, iki cümledir. Daha uzun olanları azdır:
Vakit nakittir.
Balık baştan kokar.
Yerin kulağı var.
Ak akçe kara gün içindir.
Deveci ile konuşan kapısını büyük açar.
Görünen köy kılavuz istemez.
Son pişmanlık fayda etmez.
Zaman sana uymazsa sen zamana uy.
Yoldan kal, yoldaştan kalma.
Dost ile ye iç, alışveriş etme.
Ne yavuz ol asıl, ne yavaş ol basıl.
Anasına bak kızını al, kenarına bak bezini al ... gibi.
Bu örneklerde görüldüğü gibi, tümcelerde en çok geniş zaman kipi, kimi vakit
(öğüt olan atasözlerinde) emir kipi kullanılmıştır. Başka kiplerle kurulmuş
atasözleri daha azdır. Bunlarda da fiili söylenmemiş olanlarda da, ya geniş
zaman ya emir anlamı gizlidir:
Yalancının evi yanmış, kimse inanmamış.
Ana kızına taht kurmuş, baht kurmamış.
Ne oldum dememeli, ne olacağım demeli.
Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.
Anlayama sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az.
İnsan söyleşe söyleşe, hayvan koklaşa koklaşa.
Deve bir akçeye, deve bin akçeye.
Evvel taam, sonra kelam ... gibi.
B- KAVRAM ÖZELLİKLERİ
Her atasözü bir genel kural, bir düstur niteliğindedir. Bu kural ve düsturlar
başlıca aşağıdaki kavram bölükleri içinde bulunur. Başka bir deyişle atasözleri,
kavram bakımından birkaç çeşittir:
1- Sosyal olayların nasıl olageldiklerini -uzun bir gözlem ve deneme sonucu
olarak- yansızca bildiren atasözleri vardır:
Komşunun tavuğu komşuya kaz görünür.
Minareyi çalan kılıfını hazırlar.
Araba kırılınca yol gösteren çok olur.
Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek içer... gibi.
2- Doğa olaylarının nasıl olageldiklerini -uzun bir gözlem sonucu olarak-
belirten atasözleri vardır:
Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır.
Kork aprilin beşinden, öküzü ayırır eşinden.
Zemheride kar yağmadan kan yağması iyi.
Mart yağar nisan övünür, nisan yağar insan övünür ... gibi.
3- Toplumsal olayların nasıl olageldiklerini uzun bir gözlem ve deneme sonucu
olarak bildirirken bundan ders almamızı (açıkça söylemeyip dolayısıyla)
hatırlatan atasözleri vardır:
Ağlamayan çocuğa meme vermezler.
Öfke ile kalkan ziyan ile oturur.
Mahkeme kadıya mülk değil.
Sona kalan dona kalır. ... gibi.
Bu sözlerin altında istemelisin ki elde edesin, insan kendisini öfkeye
kaptırmamalı... dersleri bulunmaktadır.
4- Denemelere ya da mantığa dayanarak doğrudan doğruya ahlak dersi ve öğüt veren
atasözleri vardır:
Çirkefe taş atma, üstüne sıçrar.
Ayağım yorganına göre uzat.
Bugünkü işini yarına bırakma.
Yoldan kal, yoldaştan kalma ... gibi.
5- Birtakım gerçekler, felsefeler, bilgece düşünceler bildirerek (dolayısıyla)
yol gösteren atasözleri vardır:
Bal bal demekle ağız tatlı olmaz.
Can bostanda bitmez.
Korkunun ecele faydası yoktur.
Taşıma su ile değirmen dönmez ... gibi.
6- Töre ve gelenekleri bildiren atasözleri vardır:
Dost başa bakar, düşman ayağa.
Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı var.
Kızını dövmeyen dizini döver.
Kız beşikte, çeyiz sandıkta ... gibi.
7- Kimi inanışları bildiren atasözleri vardır:
Kırk yılda bir ölet olur, eceli gelen ölür.
Ananın bahtı kızına.
Akacak kan damarda durmaz.
Baykuşun kısmeti ayağına gelir... gibi.
C- TAMAMLAYICI BİLGİLER
BİRKAÇ BİÇİMİ BULUNAN ATASÖZLERİ:
Atasözlerinin donmuş birer kalıp olduğunu söylemiştik. (Bkz. 1, A, 1). Kimi
atasözlerinin birkaç kalıbı bulunduğunu da belirtmek gerekir. Bu kalıplardan her
biri ayrı ayrı atalarsözü olarak tanındığından değişiklikler donmuş olma
kuralına aykırı sayılamaz. Örneğin:
Denize düşen yılana sarılır. sözünün:
Denize düşen yosuna sarılır.
biçimi de vardır. Ama denize düşen balığa (ya da samana) sarılır gibi bir biçimi
yoktur.
Ayağını yorganına göre uzat. sözü ise, sözcüklerin sırası değişmiş olarak:
Yorganına göre ayağını uzat.
biçiminde de söylenir. Bu ikiden başka biçimde söylenmez.
BÖLGELERDE DEĞİŞİK BİÇİMLER:
Kimi atasözleri, ayrı ayrı bölgelerde değişik biçimler almış olabilir. Bu
da yukarıdaki kuralın bozulmuş olması demek değildir. Bu gibi atasözlerinin
o bölgelerde kalıplaşmış özel biçimi var demektir. Örneğin:
Keskin sirke kabına zarardır.
Aç tavuk kendini buğday ambarında sanır.
sözleri kimi bölgelerde:
Keskin sirke küpüne zarar.
Aç tavuk düşünde (rüyasında) darı görür
biçimlerindedir.
ÖZEL BİR AMAÇLA UZATMAK:
Kısa ve özlü olmak, atasözlerinin özelliklerinden olmakla
birlikte (Bkz. 1, A, 2) kimi atasözleri -başka bir özelliği sağlamak için-
kavramı anlatmaya yetenden artık sözcük ile söylenmiş de olabilir:
El elden üstündür.
sözü, düşünceyi anlatmaya yeterken, buna:
arşa varıncaya kadar.
parçasının eklenmesiyle ikinci biçimde de kullanılan atasözü gibi.
Başka bir örnek: En kısa anlatım kılığını:
Ayıpsız yar olmaz.
kalıbı içinde bulunan sözün atasözü kimliğini almış biçimi,
daha uzun olarak:
Ayıpsız yar isteyen yarsız kalır.
Söz uzamıştır, ama o kısa anlatımlı kuru mantığın inandırıcılığını, etkinlik
ve güzelliğini de uzatma öğeleri sağlamıştır.
GENEL KURAL GİBİ OLANLAR:
Bütün atasözlerinin birer genel kural niteliğinde olduğunu yazmıştık.
(Bkz. 1, B). Bazı atasözleri genel kural gibi söylenmiş olduğu halde
gerçekten genel kural değildir. Örneğin:
Kör ölür, badem gözlü olur; kel ölür, sırma saçlı olur.
Gelen gidene rahmet okutur.
sözlerinin genel kural oldukları söylenemez. Bu gibi sözlerde sık sık
rastlanan durumların genelleştirilmiş olduğu görülmektedir.
Genelliğine düşüncemizle sınır çizdiğimiz, her vakit değil
zaman zaman böyle olduğunu kabul ettiğimiz atasözlerinden kimisinin eski
biçiminde bu genelliğin hangi koşula bağlı bulunduğu söz içinde
belirtilmiştir. Nitekim bugün:
Suyu getiren de bir, testiyi kıran da.
biçiminde söylediğimiz atasözünün, 15. yüzyılda yazılmış
olan Atalar Sözü kitabındaki biçimi şudur:
İyilik bilmeyen katında su getirenle senek sıyan biridir.
ATASÖZLERİNDE MECAZ:
Atasözlerini temsili sözler diye tanımlayanlar ve mecazı atasözlerinin
ayrılmaz niteliği sayanlar vardır. Her ne kadar atasözlerimizin çoğu temsili
ve mecazi ise de temsili ve mecazi olmayan atasözlerimiz de az değildir.
Örnekler:
Sirkesini sarmısağını sayan paçayı yiyemez. (Mecazlı)
Mum dibine ışık vermez. (Mecazlı)
Damlaya damlaya göl olur. (Mecazlı)
Bugünkü işini yarına bırakma. (Mecazsız)
Dost ile ye iç, alışveriş etme. (Mecazsız)
Akıllı düşman akılsız dosttan hayırlıdır. (Mecazsız)
ATASÖZLERİNDE SÖZ SANATLARI:
Atasözlerinde ustaca bir üslup, büyüleyici ve inandırıcı bir
anlatım özelliği vardır. Yüzyıllardan beri kullanıldıkları, her
gün işitildikleri halde tazeliklerini kaybetmeyen bu sözlerde
çeşitli anlatış yolları, çeşitli söz ve anlam sanatları görülür.
Örnekler:
BEYİT
Gülme komşuna - Gelir başına.
Sakla samanı - Gelir zamanı.
Açtırma kutuyu - Söyletme kötüye.
Güvenme varlığa - Düşersin darlığa.
Güzellik on - Dokuzu don.
Hayır dile komşuna - Hayır gele başına.
Mart kapıdan baktırır - Kazma kürek yaktırır.
Ağlarsa anam ağlar - Başkası yalan ağlar.
Oduncu gözü amçada - Dilenci gözü çömçede.
Bağa bak üzüm olsun - Yemeye yüzün olsun.
Gelin altın taht getirmiş - Çıkmış kendisi oturmuş.
DİZE:
Çocuktan al haberi.
Kimse bilmez kim kazana kim yiye.
Kendi düşen ağlamaz.
Dinsitin hakkından imansız gelir.
Bey ardından çomak çalan çok olur.
Dilsizin dilinden anası anlar.
Çok naz aşık usandırır.
Etme bulma dünyası.
SECİ:
Dertsiz baş mezarda taş.
Dervişin fikri ne ise zikri odur.
Kar eden az etmez.
Atta karın yiğitte burun.
İt ulur birbirini bulur.
Müft olsun da zift olsun.
Güvenme dostuna saman doldurur postuna.
Emmim, dayım hepsinden aldım payım.
Emmim, dayım, kesem, elimi soksam yesem.
TEVZİYE:
Sarmısak da acı amma evde lazım bir dişi.
KİNAYE:
Can boğazdan gelir.
Balık baştan kokar.
Davul dengi dengine diye çalar.
ALLİTERASYON:
Akça akıl öğretir.
Kaynayan kazan kapak tutmaz.
Tarlayı taşlı yerden kızı kardeşli yerden.
Başına gelen başmakçıdır.
Al giyen aldanmaz.
Aşını, eşini, işini bil.
Kardeşten karın yakın.
Kızını dövmeyen dizini döver.
CİNAS:
Dilim seni dilim dilim dileyim.
Yerine düşmeyen gelin yerine yerine eskir.
Aç ile eceli gelen söyleşir.
Ulu sözü dinlemeyen uluya kalır.
Bal bol yiyen bel bel bakar.
Hasta yatan ölmez eceli yeten ölür.
Köpekle dalaşmaktan çalıyı dolaşmak yeğdir.
EĞRETİLEME (İŞTİARE):
Ağaç yaşken eğilir.
Ölmüş koyun kurttan korkmaz.
Delikli taş yerde kalmaz.
Koça boynuzu yük değil.
Domuzdan toklu doğmaz.
Dikensiz gül olmaz.
Et tırnaktan ayrılmaz.
Erkek sel, kadın göl.
Gön yufka yerinden deliriz.
Çoban armağanı çam sakızı.
Çay geçerken at değiştirilmez.
MECAZI MÜRSEL:
Bir çiçekle yar olmaz.
Borçlunun dili kısa gerek.
Gavurun ekmeğini yiyen gavurun kılıcını çalar.
Hamama giren terler.
Ağız yer yüz utanır.
İki el bir baş içindir.
Kefenin cebi yok.
Kendi düşen ağlamaz.
Sağ baş yastık istemez.
Hasta ol benim için, öleyim senin için.
TEZAT:
Ak akçe kara gün içindir.
Deli dostun olacağına akıllı düşmanın olsun.
Yaz yalan kış gerçek.
Zengin arabasını dağdan aşırır, zügürt düzovada yolunu şaşırır.
At bulunur meydan bulunmaz, meydan bulunur at bulunmaz.
İstediğini söyleyen istemediğini işitir.
Güvenme varlığa düşersin darlığa.
İHAMI TEZAT:
öksüzün karnına vurmuşlar, vay arkam demiş.
AKİS:
Buldum bilemedim, bildim bulamadım.
Sen olursan bensiz, ben de olurum sensiz.
Üzüm üzüme baka baka kararı.
İSTİFHAM:
Bağduy ekmeğin yoksa buğday dilin de mi yok?
El mi yaman, bey mi yaman?
Erkek aslan aslan da dişi aslan aslan değil mi?
Kabahat ölende mi öldürende mi?
Sen ağa ben ağa, bu ineği kim sağa?
Yenice eleğim, seni nerelere asayım?
ŞİBHİ İŞTİKAK:
Geç olsun da güç olmasın.
İtle dalaşmaktan çalıyı dolaşmak yeğdir.
İnsan doğduğu yerde değil doyduğu yerde.
Hasta yatan ölmez eceli yeten ölür.
ZEF ve NEŞİR:
Yaman komşu, yaman avrat, yaman at. Birinden göç, birini başa, birini sat.
EKSİLTİLİ ATASÖZLERİ:
Kimi atasözleri etsiltili anlatımla söylenegelmiştir. Örnekler:
Borç vermekle, düşman kırmakla.
Ata arpa, yiğide pilav.
Aş tuz ile, tuz ozan ile.
Atın ürkeği, yiğidin korkağı.
Ana hakkı Tanrı hakkı.
Aba vakti yaba, yaba vakti aba.
Bağ bayırda, tazla çayırda.
Elmayı çayıra, armudu bayıra.
Bakarsan bağ, bakmazsan dağ.
El el ile değirmen yel ile.
Sen sen, ben ben.
İncir babadan, zeytin deden.
ÖYKÜ BİÇİMİNDEKİ ATASÖZLERİ:
Kimi atasözleri çok kısa bir öykü biçiminde söylenmiştir.
Örnekler:
Oynamasını bilmeyen kız yerim dar demiş. Yerini gelişletmişler gerim dar
demiş.
Deveye inişi mi seversin yokuşu mu demişler; düz yere mi girdi demiş.
Eşeği düğüne çağırmışlar; ya odun eksik, ya su demiş.
Kurda neden boynun kalın demişler; işimi kendim görürüm de ondan demiş.
Katıra baban kim demişler; dayım at demiş.
Yengece niçin yan yan gidersin demişler serde kabadayılık var demiş.
Kediye bokun kimya demişler; üstünü örtmüş.
Terziye göç demişler; iğnem başımda demiş.
Tilkiye tavuk kebabı yer misin demişler; adamın güleceğini
getiriyorsunuz demiş.
Ağaca balta vurmuşlar; soyu bedenimden demiş.
Tencere demiş: dibim altın; kepçe demiş: girdim çıktım
Yalancının evi yanmış; kimse inanmamış.
ATASÖZLERİNDE DEVRİK TÜMCE:
Birçok atasözü devrik tümce ile kurulmuş; böylece daha
güçlü bir anlatım sağlanmıştır Örnekler:
Ada bana, adayım sana.
Kazma elin kuyusunu, kazarlar kuyunu.
Say beni sayayım seni.
Açma sırrını dostuna o da söyler dostuna.
Ağlama ölü için ağla deli için.
Al kaşağıyı gir ahıra, yarası olan gocunur.
Besle kargayı oysun gözünü.
An beni bir kazla o da çürük çıksın.
Açtırma kutuyu söyletme kötüyü.
Sorma kişinin aslını, sohbetinden bellidir.
Var ne bilsin yok halinden.
ATASÖZLERİ ULUSAL DEĞERLERİ YANSITIR:
Her ulusun atasözleri, kendi varlığının ve benliğinin aynasıdır.
Atasözlerinde bir ulusun düşünceleri, yaşayışları, inanışları, gelenekleri
görülür. Atasözleri, ulusların zekalarındaki keskinliği, hayallerindeki
genişliği, duygularındaki inceliği belirten en değerli örneklerdir. Bu
sözler, derin felsefelerden başka güzel buluşlarla, parlak nüktelerle, ince
alaylarla, sert taşlamalarla doludur. Böylece her atasözü, kendi ulusunun
damgasını taşır.
ATASÖZLERİNİN ÇIKIŞI VE BİÇİMLENMESİ:
Bir atasözünün ilk taslağını kuşkusuz ki tek kişi ortaya atmıştır. Ama
zamanla birçok kişiler onun üzerinde yontmalar, eklemeler, değiştirmeler
yapmışlar; ona kamunun beğendiği, benimsediği bir biçim vermişlerdir. İşte
ilk taslak, bu son biçimiyle atasözlerinin bütün niteliklerini kazanmış ve
bir kişinin malı olmaktan çıkarak toplumun malı olmuştur.
ATASÖZLERİNİN ESKİLİĞİ, YENİLİĞİ:
Atasözlerinin, atalardan kalma, eski, ulusal varlıklar olduğunu söylüyoruz.
Bu eskilik niteliği üzerinde biraz durmak gerekir:
a) Yüzlerce yıl halk potasında kaynadıktan sonra atasözü
niteliğini kazanmış olan bir sözün sözcüklerinde sözdiziminde
zamanla değişiklikler olabilir. Örnek olarak iki atasözünün
bugünkü, 15 ve 11`inci yüzyıllardaki biçimlerini bir arada gösterelim:
Kurt komşusunu yemez. (Bugünkü)
Kurt konşısın incitmez. (15`inci yüzyıldaki)
Böri koşnısın yimes. (11`inci yüzyıldaki)
Isıramadığın eli öp başına ko. (Bugünkü)
Kesemedüğün eli öp başına ko. (15`inci yüzyıldaki)
Taşığ ısrumasa öpmiş kerek. (11`inci yüzyıldaki)
(Taşı ısıramazsa öpmesi gerek)
b) Eski atasözlerinden bugün unutulmuş olanlar bulunduğu gibi yeni
zamanlarda dogmuş atasözleri de vardır. Dokuz yüzyıl önce yaşadıkları Divanü
Lugat-it Türk`ten anlaşılan atasözlerinden kimisi bugün de yaşamakta ise de
kimisi unutulmuştur. Dahası 15. yüzyıl atasözlerinin durumu da
böyledir. Örneğin Divan`daki:
Otug odhguç birle üçürmes.
(Ateş alevle söndürülmez.)
Buzdan suv tamar.
(Buzdan su damlar.)
Teşük suvda belgürer.
(Kasık yarığı suda belli olur.)
gibi birçok atasözleri unutulmuştur. Bunun gibi 15. yüzyılda derlenmiş olan
atasözlerinden:
Sünnet var cümle kesmek yok.
Eşek eti diriyle tatludur.
İl ilden ayruksı olmaz, töresi ayruk olur.
gibileri bugün işitilmemektedir. Öte yandan:
Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı var.
gibi kahvenin yurdumuza yayıldığı tarihten sonra çıkan atasözleri de vardır.
Demek ki atasözleri de dilin sözcükleri gibi sürekli bir oluş-unutuluş
durumu içindedir.
DÖRT BÖLÜK ATASÖZÜ:
Atasözleri, kullanıldıkları yer ve zaman bakımından dört
bölüğe ayrılabilir: a) Yurdun her yerinde kullanılanlar; b) Sadece bir
bölgede bulunanlar; c) Türkiye dışındaki Türk lehçelerinde yaşayanlar; ç)
Eski zamanlarda kullanılmış iken bugün bırakılmış olanlar. Biz bunları ayrı
ayrı derleme konusu yapmayı uygun buluyoruz. Nasıl ki sözlüklerimiz: a) Ortak
yazı dili sözlüğü; b) Bölge ağızlarının sözlüğü; c) Lehçeler
sözlüğü; ç) Tarihsel sözlük olarak ayrı ayrı ortaya konulmaktadır.
ÇELİŞİK ATASÖZLERİ:
Atasözleri içinde anlamları birbirine aykırı olanlar vardır.
Her atasözü bir kural olduğuna göre bu çelişik sözlerden her
biri nasıl kural sayılabilir? Bu soruya cevap verebilmek için
görüp geçirdiğimiz olayların çelişmelerle dolu olduğunu düşünmek
gerekir: Bunları belirten kurallar da şüphesiz öyle
olacaktır. Bundan başka aynı olay; değişik koşullar altında
ayrı ayrı sonuçlar verebilir. O zaman birbirini tutmayan düsturlar ortaya
çıkar. Nitekim yalan söylemenin kötü sonuçlar vereceğini bildiren
atasözleriyle birlikte doğru söylemenin kötü sonuçlar vereceğini bildiren
atasözleri de yaşamaktadır:
Yalancının evi yanmış, kimse inanmamış.
Yalancının mumu yatsıya kadar yanar.
Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar.
Doğru söyleyenin tepesi delik olur. (Çünkü herkes başına vurur.)
Bunun gibi, iyilik yapanın iyilik göreceğini bildiren atasözlerimiz de
kötülük göreceğini bildiren atasözlerimiz de vardır:
İyilik eden iyilik bulur.
İyiliğe iyilik olsaydı koca öküze bıçak olmazdı.
Burada bir inceliği belirtmek yerinde olur: Birbirine aykırı olan
atasözlerinin hepsi kural gibi söylenmiş olmakla birlikte doğru yargılı
olmayanlar, ya toplumla alaydır, ya taşlamadır ya uyarmadır ya yermedir ya da
bir kötümserlik ve öfke anlatımıdır. Bunlar doğru şeyler söylemek için değil,
toplumca benimsenmek gibi bir genelliği bulunan ruh hallerini
yansıtmak için ortaya çıkmışlardır. Aralarında yerine göre inanılarak
söylenilmiş olanlar da bulunabilir. Örneğin:
Devlet malı deniz, yemeyen domuz.
sözü taşlama da, öfke anlatımı da, inanılarak söylenilmiş bir
söz de olabilir.
İKİ YARGILI ATASÖZLERİ:
Birtakım atasözleri çifte yargılı, çifte kurallıdır. Bu özellik
eski atasözlerinde de bugünkülerde de görülür. Yargılar arasında
başlıca iki türlü ilgi bulunur.
a) Atasözü iki cümleli bir benzetmedir. Cümlelerden biri
benzeyen, öteki kendisine benzetilen yandır. Divanü Lugat-it Türk`teki şu
söz gibi:
Ula bolsa yol azmas, bilig bolsa söz yazmas.
(İşaret olsa yol şaşırılmaz, bilgi olsa söz sapıtılmaz.)
Bugünkü atasözlerinden örnekler:
Demir tavında, dilber çağında.
Hırsızlık bir ekmekten, kahpelik bir öpmekten.
Erken kalkan yol alır, erken evlenen döl alır.
Kavurga karın doyurmaz, kar susuzluk kandırmaz.
Çok mal haramsız, çok söz yalansız olmaz.
Eken biçer, konan göçer.
Tarlayı taşlı yerden, kızı kardaşlık yerden.
Paran çoksa kefil al, işim yoksa şahit ol.
Suyun yavaş akanından, insanın yere bakanından kork.
b) Atasözünün iki cümlesi anasında bir benzetme değil başka bir ilgi
vardır: İki yargı birbirini tamamlar ya da birbirine karşıt olabilir
Örnekler:
Aç bırakma hırsız edersin, çok söyleme arsız edersin.
Baba vergisi görümlük, koca vergisi doyumluk.
Var evi kerem evi, yok evi verem evi.
Güzel bürünür, çirkin görünür.
ATASÖZLERİYLE KARIŞTIRILAN SÖZLER:
Atasözlerinin niteliklerinden kimisini taşıdıkları için atasözlerini
andıran ve birçok kitaplarda atasözü diye gösterilen birtakım sözler vardır.
Aşağıda çeşitlerini gösterdiğimiz bu sözler, gerçek atasözleriyle
karıştırılmamalıdır:
a) Özsöz, özdeyiş (vecize) adları verilmesi gereken ve uzun uzun
açıklanabilen derin anlamlı kısa sözler. Bunlar içinde yazanı; söyleyeni
belli olanlar da olmayanlar da vardır.
Örnekler:
Kendini bil. (Khilon)
En büyük utku, kişinin kendine egemen olmasıdır. (Eflatun)
Malı az olan değil, istekleri çok olan insan fakirdir. (Seneca)
Düşünüyorum, öyleyse var. (Descartes)
Hayatta en hakiki mürşit ilimdir. (Atatürk)
Hakaret muhayyerdir, reddolunur. (Hamit)
Açıkgözlülük, sırasında göz yummayı bilmektir. (Cenap Ş.)
Suüstimal kapısını aralık etmeye gelmez; derhal ardına kadar açılır. (Cenap Ş.)
Kainatta yalnız bir sosyalist tanırım: Ecel. (Cenap Ş.)
En metin nokta-i istinat, insanın kendi kuvvetidir. (Cenap Ş.)
Bir güzel kıyafet, iyi bir tavsiye mektubudur. (Cenap Ş.)
Keskin kılıç kullananlar yanlış hamlelerden sakınmalıdırlar.
Kabiliyetin mektebi yoktur.
Adalet mülkün temelidir.
b) Özdeyiş dışında kalan ve halk arasında sık sık kullanılan kısa, kuru,
yalın gerçekler:
Parasızlık her fenalığı yaptırır.
Çalışan kazanır.
Cümlemizin gireceği kara topraktır.
Baba evladının fenalığını istemez.
Meşveretsiz yapılan işten hayır gelmez.
İlim deryadır.
Lakırdı ile iş bitmez.
Takdir ne ise o olur.
Talih yar olmayınca elden ne gelir.
Can tatlıdır.
Herkes ana baba evladıdır.
Fena söz çekilmez.
c) Yazanı bilinsin, bilinmesin bilgece dize ve beyitler:
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi. (Kanuni)
Akla mağrur olma Eflatun-i vakt olsan eğer,
Bir edib-i kamili gördükte tıfl-ı mektep ol. (Nefi)
Hak ol ki Huda mertebeni eyleye ali. (Ruhi)
Taklid-i zag kebk-i hıramanı güldürür. (Yahya Ef.)
Sükut etmek gibi nadane alemde cevap olmaz. (Şefii Dede)
Şecaat arz ederken merd-i Kıpti sirkatin söyler. (Ragıp Pş.)
Erişir menzil-i maksuduna aheste giden. (Hatemi)
Tiz reftar olanın payine damen dolaşır. (Hatemi)
Laf-ı dava-yı enaniyyet ne lazım akıle, (Esat Muhlis Pş.)
Herkesin alemde bin mafevkı bin madunu var. (Esat Muhlis Pş.)
Mihneti kendüye zevk etmedir alemde hüner. (Vasıf)
Zerdüz palan ursan eşek yine eşektir. (Ziya Pş.)
İhtilafatıyle ugraşmakta dehrin zevk yok, (Muallim Naci)
Zevk anın mirsad-ı ibretten temaşasındadır. (Muallim Naci)
ç) Kimi şairler manzumeleri içine aldıkları atasözlerinin
kalıbını bozmuşlardır: Vezne uysun diye ve başka nedenlerle
sözcükleri değiştirmişler, araya sözcükler katmışlar, sözdizimine
başka biçim vermişlerdir. Edebiyatımızda örneği pek
çok olan böyle sözler, manzume içindeki değişik biçimleriyle
atasözleri sayılamazlar; asıllan başka türlü olan atasözlerine işaret
sayılırlar. İşte birkaçı:
Yüce olur ise her ne kadar dağ,
Yol üstünden aşar yakın u ırağ. (Güvahi)
(Dağ ne kadar yüce olsa yol üstünden aşar.)
::::::::::::::
Ecel olduğu yoktur havf ile def. (Güvahi)
(Korkunun ecele faydası yoktur.)
::::::::::::::
Ki başka buzağı, kaçma bu sözden,
Yeğ olur şeksiz ortaklık öküzden. (Güvahi)
(Ortaklık öküzden yalnız buzağı yeğdir.)
::::::::::::::
İşitmedin mi rişvet kapudan şad
Giricek bacadan gamgin çıkar dad. (Güvahi)
(Rüşvet kapıdan girerse iman bacadan çıkar.)
::::::::::::::
Bu mesel meşhurdur kim dest ber balayı dest..
(El elden üstündür.) (Nev`i)
::::::::::::::
Ağlamak ne demek kendi düşenler? (Lemi)
(Kendi düşen ağlamaz.)
:::::::::::::
Binenler tiz nüzul eyler semend-i müstear üzre.
(Eğreti ata binen tez iner.) (Nabi)
:::::::::::::
Zeminin guşu var derler meseldir. (Hıfzi)
(Yerin kulağı var.)
:::::::::::::
Hoş gelir avaze-i davul u zurna durdan. (Molla)
(Davulun sesi uzaktan hoş gelir.)
:::::::::::::
Anlamaza davul çalsan vız gelir,
Anlayana sivrisinek saz olur. (Mesti)
(Anlayana sivrisinek saz, anlamaya davul zurna az.)
Bir atasözünün ayrı ayrı kişilerce, hatta bir şairce türlü biçimlere
sokulduğuna da örnekler verelim:
Verilmez oğlan ağlamasa emcek. (Güvahi)
Ağlar sabi bile: Verin mememi. (Gufrani)
(Ağlamayan çocuğa meme vermezler.)
Demekle bal tatlu olmaz ağız. (Güvahi)
Meseldir zikr-i şehd ile şeha olmaz dehen şirin. (Kalayı)
Bal bal desen ağız bal olur mu ya? (Gufrani)
(Bal bal demekle ağız tatlı olmaz.)
Ki atlaslar olur zaman ile dut. (Süheyl ü Nevbahar)
Ki atlaslar olur eyyam ile tut. (Tutmacı)
Küyenler hardan hurma yediler,
Koruktan sabr ile helva yediler. (Şeyhi)
Nice şirin demiş bunu dana
Ki olur sabr ile koruk helva. (Hamdullah Hamdi)
Bağda sabr ile biter huşe,
Huşe em sabr ile olur tuşe. (Hamdullah Hamdi)
Eğer sabredesin ey nahl-i ziba,
Koruk helva ola vü har hurma. (Kemal Paşazade)
(Sabırla koruk helva olur, dut yaprağı atlas)
Ki vardurur gönülden gönüle rah. (K. Paşazade)
Ki derler var gönülden gönüle yol. (K. Paşazade)
Ki gönülden gönüle vardır rah. (K. Paşazade)
(Gönülden gönüle yol vardır.)
BAŞKA DİLE ÇEVİRİLME:
Atasözleri başka dile çevrilebilir. Bu çevirde anlam kaybolmaz, sadece
biçim özellikleri kaybolur. Birçok uluslarda aynı anlamı taşıyan atasözleri,
de vardır.
Ç. TANIM
Yukarıdaki açıklamalarla atasözlerinde bulunan çeşitli özellikleri ortaya
koymuş bulunuyoruz. Bütün bu özellikleri içine alan bir tanım çok uzun olur.
Bunun için ana nitelikleri belirterek olabildiğince kısa bir tanım yapacağız:
Atalarımızın, uzun denemelere dayanan yargılarını genel kural, bilgece
düşünce ya da ögüt olarak düsturlaştıran ve kalıplaşmış biçimleri bulunan
kamuca benimsenmiş özsözler.
:::::::::::::
2
DEYİMLER
Atasözleri bölümünde yaptığımız gibi, deyimin tanımını sona bırakarak önce
özelliklerini inceleyelim.
Deyimlerde de hem biçim, hem kavram özellikleri bulunmaktadır. Biçim
özelliklerinden kimisi, atasözleriyle deyimler arasında ortaktır. Kavram
özelliklerinde böyle bir ortaklık yoktur.
A- BİÇİM ÖZELLİKLERİ
1- Deyimler de atasözleri gibi, kalıplaşmış sözlerdir. Bir deyimin
sözcükleri değiştirilip yerlerine -aynı anlamda da olsa- başka sözcükler
konulamaz ve deyimin sözdizimi bozulamaz. Örneğin:
Ayıkla pirincin taşını
deyimi, ayıkla bulgurun taşını biçiminde söylenebileceği gibi,
Tut kelin perçeminden
deyimi de kelin perçeminden tut biçiminde kullanılamaz.
2- Deyimler de, atasözleri gibi, kısa ve özlü anlatım araçlarıdır.
Dil dökmek - Kelle kulak yerinde - Kel başa şimşir tarak - Atı alan
Üsküdar`ı geçti... gibi.
3- Deyimler en az iki sözcükle kurulurlar ve biçim bakımından iki bölüğe
ayrılabilirler:
a) Sözcük öbeği durumundaki deyimler:
Ağır başlı - Eli bayraklı - Püf noktası - İçli dışlı - Kellesi
koltuğunda - Gel zaman git zaman - Kaşla göz arasında - Suya sabuna
dokunmadan... gibi.
Öbeği oluşturan sözcükler bitişik yazılmaz.
Ünlem niteliğindeki deyimleri de bu bölük içine almak uygun olur:
Adam sen de! - Cart kaba kağıt! - Yok devenin başı! - Hele hele!... gibi.
b) Tümce durumundaki deyimler:
Dostlar alışverişte görsün.
Halep ordaysa arşın burda.
İncir çekirdeğini doldurmaz.
Delik büyük, yama küçük... gibi.
Bir mastarla sona eren deyimler, çekime gireceklerinden
ve dolayısıyla bir tümce kuracaklarından bu bölük içinde yer
alırlar. Örnekler:
Göz yummak - Gönül almak - Dirsek çevirmek - Damarı tutmak - Baltayı
taşa vurmak - Boyunun ölçüsünü almak - Bir taşla iki kuş vurmak - Ağzına bir
parmak bal çalmak - Dimyat`a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak...
Bunlar göz yumdum, gönlünü alalım, baltayı taşa
vurdunuz, Dimyat`a pirince giderken evdeki bulgurdan oldu.... gibi
tümceden oluştururlar.
B- KAVRAM ÖZELLİKLERİ
1- Deyim, bir kavramı belirtmek için bulunmuş özel bir
anlatım kalıbıdır; genel kural niteliğinde bir söz değildir. Deyimi
atalarsözünden ayıran en önemli özellik budur.
Deyimleri biçim özellikleri bakımından incelerken iki bölüğe ayırmıştık.
(Bkz. 2, A, 3). b) bölüğünde bulunanlar, çoğu zaman atasözleriyle,
karıştırılmaktadır.
Bu karıştırmanın nedeni, her iki söz çeşidinin de tümce durumunda bulunması
ve hoşa giden bir anlatım taşımasıdır. Biçim benzerliğinden ileri gelen bu
karışıklık, kavram ayrılığına dikkat edilirse ortadan kalkar. Örneğin:
Bitli baklanın kör alıcısı olur.
İşleyen demir ışıldar.
Bugünkü işini yarına bırakma.
cümleleri atasözleridir. Çünkü her biri bir genel kuraldır. Denenmiştir: Her
zaman bitli baklanın kör alıcısı olur. İşleyen demirin ışıldadığı su götürmez
bir gerçektir: Bugünkü işini yarına bırakmamak öğüdü de her zaman uygulanmak
üzere ortaya konulmuş bir düsturdur. Oysa:
Atı alan Üsküdar`ı geçti.
Armut piş, ağzıma düş.
Bu perhiz ne, bu lahana turşusu ne?
sözleri deyimdir. Çünkü hiç biri genel kural olarak söylenemez: Her zaman
atı alan Üsküdan geçmez. Armut piş ağzıma düş sözü her vakit değil, ancak
kimi durumlar için doğrudur. Perhizle lahana turşusu da bir düstur gibi
yürütülemez.
2- Deyimlerin amacı, bir kavramı ya özel kalıp içinde, ya
da çekici, hoş bir anlatımla belirtmektir. Atasözlerinin amacı ise yol
göstermek, ders ve ögüt vermek, ibret almamız için gerçekleri bildirmektir.
Görülüyor ki deyimle atasözü, amaçta da birbirinden ayrılmaktadır.
3- Deyimle atasözü arasında, sınırda bulunan sözlere dikkat edilmelidir:
a) Atasözleri arasına da alınsa, deyimler arasına da alınsa
yanlış sayılamayacak sözler vardır. Bu, atasözleriyle deyimleri birbirinden
ayıran özelliklerin iyice belirmemiş olmasından değil, bu çeşit sözlerin
iki anlam taşımasından ya da iki türlü yorumlanabilmesinden ileri gelir.
Örneğin:
Açtırma kutuyu söyletme kötüyü.
sözü, karşındakini kızdırarak seninle ilgili şeyleri ortaya
dökmesine, senin için kötü şeyler söylemesine yol açma anlamına kullanılırsa
atasözü olur. Beni kızdırırsan senin için kötü şeyler söylerim anlamına
kullanılırsa deyim olur.
Başka bir örnek:
Çam sakızı çoban armağanı.
sözü zengin olmayan kimsenin armağanı, pahalı bir şey
olamaz diye yorumlanırsa atasözü sayılmış olur. Sunduğum şey değersiz ama
gücüm ancak buna yetiyor diye yorumlanırsa deyim sayılmış olur.
Böyle iki niteliği bulunan sözlerden birkaç örnek:
Arnavut`a sormuşlar: cehenneme gider misin? diye, aylık kaç? demiş.
Atın ölümü arpadan olsun.
Buğday ekmeğin yoksa bugday dilin de mi yok?
Keçiye can kaygısı, kasaba yağ kaygısı.
Sen ağa ben ağa, bu ineği kim sağa?
Üzümü ye de bağını sorma.
Varışına gelişim, tarhana aşına bulgur aşım.
Balaban aş pişirmiş, çocuklarını başına üşürmüş.
-Deveyi gördün mü? Yeden ölsün.
Karınca kararınca.
b) Kimi sözler, fiil çekiminin değişmesi ile atasözü iken deyim, deyim iken
atasözü durumuna girer Örneğin: Dağ yürümezse abdal yürür atasözüdür. Dağ
yürümezse abdal yürüsün deyimdir. Bunun gibi: Doğmadık çocuğa don biçilmez
atasözüdür. Doğmadık çocuğa don biçmek deyimdir.
Bir örnek daha: Ölümü gören hastalığa razı olur, atasözüdür. Ölümü görüp
hastalığa razı olmak ya da Ölümü gördü de hastalığa razı oldu deyimdir.
Bu biçim deyimler, kalıpları bilinen atasözlerine rişaret de sayılabilir.
4- Biçim bakımından iki bölüğe ayırdığımız deyimleri kavram bakımından da
ikiye ayırabiliriz:
a) Deyimlerin çoğunda kalıplaşmış sözden çıkan anlam,
sözcüklerin gerçek anlamlan dışındadır: Örnekler:
Devede kulak - Düttürü Leyla - Başlı başına - İçinden pazarlıklı - Sapı
silik - Çantada keklik - Gün görmüş - Ömür törpüsü - Püsküllü bela - Dişe
dokunur - Yıldızı dişi - Danışıklı dövüş - Hem nalına hem mıhına - Ağır ezgi,
fıstıki makam - Balık kavağa çıkınca - Abayı yakmak - Hapı yutmak - Pabucu
dama atılmak - Mercimeği fırına vermek - İki ayağını bir pabuca koymak - Tozdan
dumandan ferman okunmamak - Karda gezip izini belli etmemek - Tavşana
kaç, tazıya tut demek - Fol yok, yumurta yok - Ne şiş yansın ne kebap - Öküz
öldü ortaklık ayrıldı - Tencere yuvarlandı kapağını buldu - Ben diyorum
hadımım, o soruyor oğul uşaktan neyin var?
b) Kimi deyimlerde kalıplaşmış sözden çıkan anlam, sözcüklerin gerçek
anlamları dışında değildir Örnekler:
Çoğu gitti azı kaldı - İsmi var cismi yok - İyiye iyi kötüye
kötü demek - Adet yerini bulsun - Allah bana, ben de sana
- Kimi kimsesi yok - Özrü kabahatinden büyük - Hem suçlu, hem güçlü - Yeri
yurdu belirsiz - Ağzına layık - Dosta düşmana karşı - Yükte hafif pahada
ağır - İyi gün dostu.
C- TAMAMLAYICI BİLGİLER
DEYİMLERİN YAPISI:
Deyimlerin biçim bakımından ya tümce olduklarını ya da
tümce olmayan sözcük öbeği durumunda bulunduklarını söylemiştik. Sözcük
öbeği durumunda olan deyimler, sınıflandırılamayacak kadar çok değişik
biçimlerde oluşmuşlardır. İki sözcüklü olanlardan kimisini yapıları
yönünden sınıflandırmaya çalışalım.
a) Öğeleri ekli ya da eksiz ad tamlaması biçiminde olanlar vardır: anasının
gözü, kaçın kurası, ayak bağı, kıl payı, ayağının tozuyla, şunun şurasında,
günün birinde... gibi.
b) Öğeleri ekli ya da eksiz sıfat tamlamak biçiminde olanlar
vardır: iki büklüm, dik başlı, orta halli, bir ara, boş yere,
bir ağızdan, tek başına, tez elden, fena halde, çöpten çelepi, başlı
başına... gibi.
c) Tamlanan - ad yapısında olanlar vardır: kanı pahasına, ardı sıra, ucu
ucuna, günü gününe, yanı başında, eli kulağında, günü birliğine... gibi.
ç) Tamlanan - önad yapısında olanlar vardır: kulağı delik, sütü bozuk,
alnı açık, canı tez, gözü kapalı, yüzü gülmez... gibi.
d) Ekli ya da eksiz ad - önad yapısında olanlar vardır:
et kafalı, gün görmüş, çöp atlamaz, kendi gelen, cana yakın, kafadan sakat,
arada bir, anadan doğma, ayağına çabuk, örümcek kafalı... gibi.
e) Biri ya da her ikisi ekli iki addan oluşanlar vardır: el
ele, art arda, karşı karşıya, kim kime, kendi kendine, sözüm
ona, günden güne, devede kulak... gibi.
f) Biri ya da her ikisi ekli iki sıfattan oluşanlar vardır: Üst
üste, yarı yarıya, birdenbire, uzaktan uzağa, inceden inceye, alı al, moru
mor... gibi.
g) İki eylemden oluşanlar vardır: oldum bittim, inan olsun, gel geklim,
bilir bilmez, oldu olacak, girdisi çıktısı, aldı yürüdü, veryansın etmek,
örtbas etmek... gibi.
İkiden çok öğesi bulunan ve yukarıdaki sınıflar içine girmeyen değişik
yapıda deyimlerden de birkaç örnek görelim: her ne kadar, hiç olmazsa, ne
var ki, ne de olsa, eski göz ağrısı, o gün bugün, kız ağlama kız, dumanı
doğru çıksın, doğru doğru dosdoğru,... gibisine gelmek, kaşla göz arasında,
ne olur ne olmaz, nerede kaldı ki, suyu mu çıktı, tuz ekmek hakkı...
BİÇİMİ DEĞİŞEBİLEN DEYİMLER:
Deyimlerin donmuş birer kalıp olduğunu söylemiştik. (Bkz. 44 2, A, 1).
Kimi deyimlerde, tümce yapısı ve ana sözcükler değişmemek üzere çekimler ve
adıllar değişebilir:
Aşağı tükürsem (tükürsen, tükürse...) sakalım (sakalın, sakalı...), yukarı
tükürsem (tükürsen,...) bıyığını (bıyığın, bıyığı...)
Bana (sana, ona...) göre hava hoş.
Gözüne kestirmek (gözüme kestirdim, gözüne kestirdi)... gibi.
BÖLGELERDE DEĞİŞİK BİÇİMLER:
Bir deyim, ayrı ayrı bölgelerde değişik sözcüklerle ya da
değişik biçimlerle söylenebilir:
Kızım sana söylüyorum, gelinim sen dinle (işit; anla).
Çenesi düşük (Çenesi çürük).
Hoşuna gitmek (Hoşuna gelmek).
Göz ucuyla (Göz kuyruğuyla).
Kısalık ve özlülük, deyimlerin özelliklerinden olmakla birlikte (Bkz. 2, A, 2)
kimi deyimler birbirine benzeyen sözcüklerin yenilenmesiyle güç kazanırlar:
Yaşı ne, başı ne!
Tadı, tuzu yok.
Yeri, yurdu bellisiz.
Yol, iz bilmemek... gibi.
DEYİMLERDE MECAZ:
Mecaz, atasözlerinin ayrılmaz niteliği değildir, demiştik.
Bu söz, deyimler için de geçerlidir. Nitekim çam devirmek,
devede kulak gibi çoğu mecazlı olan deyimler arasında özrü kabahatından
büyük, yarı yarıya gibi mecazsız olanlar da vardır.
BENZETMELİ ANLATIMLAR:
Deyim sayılmaya elverişli olan ve olmayan benzetmeli anlatımlar vardır:
a) Kimi kavramları daha iyi belirtmek için birtakım basmakalıp benzetmelere
başvururuz. Buz gibi, ateş gibi, kömür gibi... deriz ki çok soğuk, çok sıcak,
çok siyah demektir. Atasözlerini ve deyimleri derleyen kitaplarda bu basma kalıp
benzetmeler de yer almaktadır. Bilindiği üzere benzetme ilgeci olan gibi,
benzetmedeki iki yanın güçlü olanından sonra gelir. Bunun arkasından
benzetme yönünü belirtecek olan önad söylenmezse ... gibi takımı, bu
önadın yerini tutar. Yani buz gibi sözü -kendisinden sonra soğuk sıfatı
kullamlmasa bile- çok soğuk anlamına gelir.
Dilin her zaman tuttuğu bu yolu özel bir kuruluş ve anlatış
yolu sayıp bu gibi benzetmeleri deyimler ya da atasözleri
arasında göstermeyi biz uygun görmüyoruz.
Deyim ya da atasözü saymadığımız yaygın benzetmelerden örnekler:
Kar gibi - Pamuk gibi - Zümrüt gibi - Şeker gibi - Zehir gibi - Kıl gibi -
Kağıt gibi - İğne gibi - İplik gibi - İpek gibi - Taş gibi - Kuyu gibi - Çiroz
gibi - Dev gibi - Dalyan gibi - Dal gibi - Çöp gibi - Çam yarması gibi - Karun
gibi - Kurşun gibi - Kav gibi - Yıldırım gibi - Arslan gibi - Ayı gibi
- Tilki gibi - Eşek gibi - İt gibi - Kuzu gibi - Keçi gibi - Domuz gibi...
b) Öte yandan deyim sayılması gereken benzetmeler vardır: Bunlar çekici
bir anlatım kalıbı içinde kurulmuş, öylece beğenilip yayılmıştır. Örnekler:
Tereyağdan kıl çeker gibi - Gümrükten mal kaçırır gibi - Süt dökmüş kedi gibi
- Terbiyeli maymun gibi - Deli saraylı gibi - Mal bulmuş Mağribi gibi -
Tavşan boku gibi (ne kokar, ne bulaşır) - Temcit pilavı gibi (ısıtıp ısıtıp
koymak) - Koyun kaval dinler gibi (dinlemek) - Kabak çiçeği gibi (açılmak) -
Ahfeş`in keçisi gibi (baş sallamak) - Arpacı kumrusu gibi (düşünmek) - Beşlik
simit gibi (kurulmak) - Sebilhane bardağı gibi (dizilmek) - Arı kovanı gibi
(işlemek) - Yıldırımla vurulmuşa dönmek - İki cami arasında kalmış beynamaza
dönmek...
DEYİMLERDE SÖZ SANATLARI:
Deyimler de atasözleri gibi ustaca düzenlenmiş sözlerdir.
Bu sözlerin yapılışında dilin türlü olanaklarından ve çeşitli
söz, anlam sanatlarından yararlanılmıştır:
Kulağı delik - Eli uzun - Arslan payı - Kör dövüşü - Eyüp
sabri - Katır inadı - Eski göz ağrısı - Oğul balı - Yüreği yufka - Göze
girmek - Göz koymak - Gözü tutmak - Borusu ötmek - Dokuz doğurmak - İple
çekmek - Kabına sığmamak - Pösteki saymak - Ateş püskürmek - Can kulağıyla
- Anasının kızı - Damşıklı dövüş - Bir içim su - Çiçeği burnunda - Büyümüş de
küçülmüş - Yaşını başını almış - Ağzı var dili yok - Gece silahlı gündüz
külahlı - Dört elle sarılmak - Kuş sütüyle beslemek - Kaşıkla verip sapıyla
gözünü çıkarmak - Ateş bacayı sarmak - Pişmiş aşa soğuk su katmak... gibi.
DEYİMLER ULUSAL DEĞERLERİ YANSITIR:
Deyimler de ulusal damga taşıyan dil varlıklarıdır Ulusun söz yaratma
gücünden doğarlar. Her deyim hoş bir buluştur Bir küçük söz dağarcığına koca
bir alem sığdırılmıştır. En uçucu kavramlar, en ince hayaller, en güzel
benzetmeler, çeşit çeşit mecazlar ve söz ustalıkları mini mini bir deyimin
yapı harçları arasında parlar.
DEYİMLERİN ESKİLİĞİ, YENİLİĞİ:
Deyimler de atasözleri gibi toplumun malı olan eski sözlerdir. Örneğin,
yüreği soğumak deyiminin 15. yüzyılda da, bulunduğu, Şeyhi`nin şu beytinden
anlaşılmaktadır:
Yüreği soğumadı sövmek ile,
Olmadı eşeği dövmek ile.
Bunun gibi sakala gülmek deyimi 15. yüzyılda yazılan Gülşen-i Raz`da
görülmektedir:
Ki bunlar sakala gülmektir ancak.
Akse`l-İreb`deki atın kıymeti tırnağı dibinde gerek sözünden anlaşılıyor
ki bugün yurdumuzun bazı bölgelerinde kullanılmakta olan tırnağı dibinde
deyimi 13. yüzyılda da vardı.
Deyimler, atasözleri kadar eskimeden dile yerleşirler. Nitekim derdini
Marko Paşaya anlat sözü, kimi yaşlı kimselerin tanıdıkları Dı. Marko Paşa`dan
beri ortaya çıkmıştır. Son zamanlarda bozum olmak, kuyruk olmak, oyun
çıkarmak (sporda), boş vermek, yeşil ışık yakmak, iş yok... gibi yeni
deyimler de dilde yer almıştır.
DÖRT BÖLÜK DEYİM:
Atasözleri gibi deyimler de kullanıldıkları yer ve zaman
bakımından dört bölüğe ayrılabilirler: a) Yurdun her yerinde kullanılanlar;
b) Sadece bir bölgede bulunanlar; c) Türkiye dışındaki Türk lehçelerinde
yaşayanlar; ç) Eski zamanlarda kullanılmış iken bugün çıkarılmış olanlar.
İKİLEMELER:
İkileme adı verilen ve ayrı ayrı yazılan sözcüklerden anlamları birbirine
yakın, karşıt olanlarla sesleri birbirini andıranları ya da sözcüklerinden
biri anlamsız bulunanları deyimlerin bir dalı saymak yerinde olur: ev bark,
çoluk çocuk, kap kacak, allak bullak, eski püskü, apar topar, süklüm püklüm,
ters pers, ufak tefek, takım taklavat, aşağı yukarı, ileri geri, karma
karışık, oldum olası, oldu olacak... gibi.
Ancak, aynı sözcüğün yenilenmesiyle kurulan ya da kuruluşlarındaki özellik,
bir dil kuralı uygulaması olan ikilemeleri deyim saymayı uygun bulmuyorum:
Tak tak, tıkır tıkır, mırıl mırıl, şakır şakır, büyük büyük, sarı sarı,
yavaş yavaş, öbek öbek, yapış yapış, yığın yığın, söylene söylene... gibi.
DEYİM VE BİLEŞİK SÖZCÜK:
Sözcük öbeği durumundaki deyim (Bkz. 2, A, 3) ile bileşik sözcük kimi
zaman birbirine çok benzer. Bunları nasıl ayırt edeceğiz?
a) Bileşik sözcüğü meydana getiren sözcükler, aralarına çekim ve yapım eki
giremeyecek kadar kaynaşmıştırlar: Başlıca üç yolla kurulurlar: 1) Anlam
kayması (hanımeli, akbaba, ateşböceği, balkabağı, yerelması, karafatma ...
gibi).
2) Ses kaynaşması ve düşmesi (cumartesi, kahvaltı, peki, haminne, çöreotu...
gibi).
3) Sözcük çeşidi kayması (vurdumduymaz, giderayak, dedikodu, veryansın,
örtbas, çıtkırıldım... gibi).
Bileşik sözcük, tek sözcük durumundadır: Bitişik yazılır; isim soyundandır;
yani isim, sıfat, zamir, zarf, edat, bağlaç, ünlem gibi kullanılır:
Vurdumduymazın biri; balıksırtı desen; alabildiğine koşuyordu... gibi.
b) Deyimi meydana getiren sözcükler ise aralarına çekim
eki alamayacak kadar kaynaşmış değildirler. Bu sözcüklerin
kimisi isim ve fiil çekimlerine girmiştir. Eli açık, baldırı çıplak, gözü
pek... gibi iyelik ekiyle kurulan; göz koymak, baş vurmak, el atmak... gibi
fiilleri çekimlenebilen söz kümeleri deyimler arasına girer ve sözcükleri
ayrı ayrı yazılır.
(Bununla birlikte verdiğimiz ölçüler; deyimle bileşik sözcüğü ayırt etmek
için her zaman yeterli değildir. İki sözcüklü öyle sözler vardır ki deyim mi,
bileşik sözcük mü oldukları ancak anlaşma ile sonuca bağlanabilir. Nasıl
ki yazımın (imlanın) oluşumunda da fonetiğin, etimolojinin, geleneğin, bir
de anlaşmanın (şöyle olsun diye kabul edip elbirliğiyle uygulamanın) payı
vardır. Örneğin vazgeçmek sözü, İmla Kılavuzu`nun eski basımlarında ve
Türkçe Sözlükte ayrı yazıldığı halde Yazım kılavuzunun 1970 baskısında
bitişik olarak verilmiştir. Balayı sözü Türkçe Sözlükte ayrı yazılmıştır.
Yazım Kılavuzunda bitişiktir. Başıboş, İmla Kılavuzunun eski baskılarında
bulunmadığına göre ayrı yazılması öngörülmüş iken Yazım Kılavuzu (1970)nda
bitişik olarak yer almıştır. Ayak üstü, İmla Kılavuzunun eski baskılarında
ayrı yazılmıştır, Yazım Kılavuzu (1970)nda ise bitişiktir.
Ben bu kitabın 1965 baskısında ayak takımı, ayak teri, bal
ayı, balık etinde, başı boş, baş ucunda, bit yeniği... sözlerini
deyim sayıp ayrı yazmıştım. Yazım Kılavuzu(1970) bu sözleri bitişik
yazdığına göre deyim saymamış, bileşik sözcük saymış demektir.
Öte yandan Yazım Krlavuzu`nda ayrı yazılması öngörülmüş olan ara sıra,
yanı sıra, başlı başına, baş vurmak, çıtı pıtı, çıtır pıtır, kaba saba...
sözleri bileşik yazmak eğiliminde olanlar bulunduğu gibi Yazım Kılavuzu`nda
bileşik yazılmış olan başıbozuk, başsağlığı, birebir, durdinlen, elbirliği,
gelişigüzel, sözgelişi, gitgide, sözbirliği, işbirliği, işyeri, kabataslak,
minimini, tepetaklak, tersyön... sözlerini ayrı yazmak eğiliminde olanlar da
vardır.
Görülüyor ki bir yerde deyimle bileşik sözcüğü kesin olarak ayırt etmek
olanağı yoktur. O zaman tek çıkar yol, anlaşmaktır. Yani şu sözü deyim
sayalım, şu sözü bileşik sözcük kabul edelim demektir.]
DEYİM VE TERİM:
Deyim ile terimi de ayırt etmek gerekir: Deyim, genel dilin malı olan
sözdür. Terim ise ya bilim, sanat, meslek sözüdür ya da bunlar dışında,
anlamı daraltılmış sözdür ve bir tanımın özetidir: eşkenar, bilirkişi,
içgüdü, cevizgiller, kuşpalazı, biçerdöver, gündönümü... gibi. Bu
örneklerdeki terimler, bileşik sözcük olarak kurulmuştur. Yani bunlar biçim
ve yapı bakımından bileşik sözcük, kavram ve görev bakımından terimdirler.
Sözcük öbeği biçimindeki deyimlerden böylece ayrılırlar.
Terimler tek sözcük olanları da vardır. Örneğin ayak sözcüğü dar anlamıyla
edebiyat ve coğrafya terimidir. Oysa tek sözcüklü deyim olmaz. Buna karşılık
cümle halinde deyim vardır, ama terim yoktur.
DEYİM VE ARGO:
Deyim ile argo arasındaki ilişkiye de dokunalım: Argo, geniş anlamıyla
bir meslek topluluğu arasında kullanılan özel sözdür. Biz daha çok,
külhanbeylerinin özel anlamda kullandıkları kaba sözlere ya da başkaları
anlamasın diye aralarında kararlaştırdıkları anlamla kullandıkları
sözlere argo diyoruz. Bu duruma göre argo sözcüklerine sadece
argo demek yeter. Deyim niteliğindeki argo sözcük öbeklerine ise argo
deyim adını vermek yerinde olur. Torpil, piston, moruk, çakmak, (sınıfta),
taahhütlü (tabanca), röntgenci (kötü niyetle bir yeri gözetleyen)... argodur.
Dalga geçmek (akl |
Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü açıklamalı anlamları kitap tdk ... Türkçede Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü Konusu