1- Marîz bir asrın, hasta bir unsurun, alîl bir uzvun reçetesi; ittiba’-ı Kur’andır. 2- Azametli bahtsız bir kıt’anın, şanlı tali’siz bir devletin, değerli sahibsiz bir kavmin reçetesi; ittihad-ı İslâmdır. 3- Arzı ve bütün nücum ve şümusu tesbih taneleri gibi kaldıracak ve çevirecek kuvvetli bir ele mâlik olmayan kimse, kâinatta dava-yı halk ve iddia-yı icad edemez. Zira herşey, herşeyle bağlıdır. 4- Haşirde bütün zevi-l ervahın ihyası; mevt-âlûd bir nevm ile kışta uyuşmuş bir sineğin baharda ihya ve inşasından kudrete daha ağır olamaz. Zira kudret-i ezeliye zâtiyedir; tegayyür edemez, acz tahallül edemez, avaik tedahül edemez. Onda meratib olamaz, herşey ona nisbeten birdir. 5- Sivrisineğin gözünü halkeden, Güneş’i dahi o halketmiştir. 6- Pirenin midesini tanzim eden, Manzume-i Şemsiyeyi de o tanzim etmiştir. 7- Kâinatın te’lifinde öyle bir i’caz var ki; bütün esbab-ı tabiiye farz-ı muhal olarak muktedir birer fâil-i muhtar olsalar, yine kemal-i acz ile o i’caza karşı secde ederek SUBHANEKE LA KUDRETE LENA İNNEKE ENTEL AZİZÜL HAKİM diyeceklerdir. 8- Esbaba tesir-i hakikî verilmemiş, vahdet ve celal öyle ister. Lâkin mülk cihetinde esbab dest-i kudrete perde olmuştur, izzet ve azamet öyle ister. Tâ nazar-ı zahirde, dest-i kudret mülk cihetindeki umûr-u hasise ile mübaşir görülmesin. 9- Mahall-i taalluk-u kudret olan herşeydeki melekûtiyet ciheti şeffaftır, nezihtir. 10- Âlem-i şehadet, avalim-ül guyub üstünde tenteneli bir perdedir. 11- Bir noktayı tam yerinde icad etmek için, bütün kâinatı icad edecek bir kudret-i gayr-ı mütenahî lâzımdır. Zira şu kitab-ı kebir-i kâinatın herbir harfinin, bahusus zîhayat herbir harfinin, herbir cümlesine müteveccih birer yüzü, nâzır birer gözü vardır. 12- Meşhurdur ki: Hilâl-i îde bakarlardı. Kimse birşey görmedi. İhtiyar bir zât yemin ederek “Hilâli gördüm.” dedi. Halbuki gördüğü hilâl değil, kirpiğinin tekavvüs etmiş beyaz bir kılı idi. O kıl nerede? Kamer nerede? Harekât-ı zerrat nerede? Fâil-i teşkil-i enva’ nerede? 13- Tabiat, misalî bir matbaadır, tâbi’ değil; nakıştır, nakkaş değil; kabildir, fâil değil; mistardır, masdar değil; nizamdır, nâzım değil; kanundur, kudret değil; şeriat-ı iradiyedir, hakikat-ı hariciye değil. 14- Fıtrat-ı zîşuur olan vicdandaki incizab ve cezbe, bir hakikat-ı cazibedarın cezbesiyledir. 15- Fıtrat yalan söylemez. Bir çekirdekteki meyelan-ı nümuvv der: “Ben sünbülleneceğim, meyve vereceğim.” Doğru söyler. Yumurtada bir meyelan-ı hayat var. Der: “Piliç olacağım.” Biiznillah olur. Doğru söyler. Bir avuç su, meyelan-ı incimad ile der: “Fazla yer tutacağım.” Metin demir onu yalan çıkaramaz; sözünün doğruluğu demiri parçalar. Şu meyelanlar, iradeden gelen evamir-i tekviniyenin tecellileridir, cilveleridir. 16- Karıncayı emirsiz, arıyı ya’subsuz bırakmayan kudret-i ezeliye; elbette beşeri nebisiz bırakmaz. Âlem-i şehadetteki insanlara inşikak-ı Kamer, bir mu’cize-i Ahmediye (A.S.M.) olduğu gibi, mi’rac dahi âlem-i melekûttaki melaike ve ruhaniyata karşı bir mu’cize-i kübra-yı Ahmediyedir ki; nübüvvetinin velayeti bu keramet-i bahire ile isbat edilmiştir ve o parlak zât, berk ve Kamer gibi melekûtta şu’le-feşan olmuştur. 17- Kelime-i şehadetin iki kelâmı birbirine şahiddir. Birincisi ikincisine bürhan-ı limmîdir; ikincisi birincisine bürhan-ı innîdir. 18- Hayat, kesrette bir çeşit tecelli-i vahdettir. Onun için ittihada sevkeder. Hayat, bir şeyi herşeye mâlik eder. 19- Ruh, bir kanun-u zîvücud-u haricîdir, bir namus-u zîşuurdur. Sabit ve daim fıtrî kanunlar gibi, ruh dahi âlem-i emirden, sıfat-ı iradeden gelmiş, kudret ona vücud-u hissî giydirmiştir. Bir seyyale-i latifeyi o cevhere sadef etmiştir. Mevcud ruh, makul kanunun kardeşidir. İkisi hem daimî, hem âlem-i emirden gelmişlerdir. Şayet nevilerdeki kanunlara kudret-i ezeliye bir vücud-u haricî giydirseydi, ruh olurdu. Eğer ruh, vücudu çıkarsa, şuuru başından indirse, yine lâyemut bir kanun olurdu. 20- Ziya ile mevcudat görünür, hayat ile mevcudatın varlığı bilinir. Herbirisi birer keşşaftır. 21- Nasraniyet, ya intifa veya ıstıfa edip İslâmiyet’e karşı terk-i silâh edecektir. Nasraniyet birkaç defa yırtıldı, protestanlığa geldi. Protestanlık da yırtıldı, tevhide yaklaştı. Tekrar yırtılmağa hazırlanıyor. Ya intifa bulup sönecek veya hakikî Nasraniyetin esasını câmi’ olan hakaik-i İslâmiyeyi karşısında görecek, teslim olacaktır. İşte bu sırr-ı azîme, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm işaret etmiştir ki: “Hazret-i İsa nâzil olup gelecek, ümmetimden olacak, şeriatımla amel edecektir.” 22- Cumhur-u avamı, bürhandan ziyade, me’hazdaki kudsiyet imtisale sevkeder. 23- Şeriatın yüzde doksanı -zaruriyat ve müsellemat-ı diniye- birer elmas sütundur. Mesail-i içtihadiye-i hilafiye, yüzde ondur. Doksan elmas sütun, on altunun himayesine verilmez. Kitablar ve içtihadlar Kur’ana dûrbîn olmalı, âyine olmalı; gölge ve vekil olmamalı! 24- Her müstaid; nefsi için içtihad edebilir, teşri’ edemez. 25- Bir fikre davet, cumhur-u ülemanın kabulüne vâbestedir. Yoksa davet bid’attır, reddedilir. 26- İnsan fıtraten mükerrem olduğundan, hakkı arıyor. Bazan bâtıl eline gelir; hak zannederek koynunda saklar. Hakikatı kazarken, ihtiyarsız dalalet başına düşer; hakikat zannederek kafasına giydiriyor. 27- Birbirinden eşeff ve eltaf, kudretin çok âyineleri vardır; sudan havaya, havadan esîre, esîrden âlem-i misale, âlem-i misalden âlem-i ervaha, hattâ zamana, fikre tenevvü’ ediyor. Hava âyinesinde bir kelime milyonlar kelimat olur. Kalem-i kudret, şu sırr-ı tenasülü pek acib istinsah ediyor. İn’ikas, ya hüviyeti veya hüviyetle mahiyeti tutar. Kesifin timsalleri birer meyyit-i müteharriktir. Bir ruh-u nuranînin kendi âyinelerinde olan timsalleri, birer hayy-ı murtabıttır; aynı olmasa da, gayrı da değildir. 28- Şems hareket-i mihveriyesiyle silkinse, meyveleri düşmez; silkinmezse, yemişleri olan seyyarat düşüp dağılacaktır. 29- Nur-u fikir, ziya-yı kalb ile ışıklanıp mezcolmazsa, zulmettir, zulüm fışkırır. Gözün muzlim nehar-ı ebyazı, muzii (Haşiye) leyle-i süveyda ile mezcolmazsa basarsız olduğu gibi, fikret-i beyzada süveyda-i kalb bulunmazsa, basiretsizdir. (Haşiye): Meali: Gözün gündüze benzeyen beyazı, geceye benzeyen siyahlığıyla beraber olmazsa; göz, göz olmaz. 30- İlimde iz’an-ı kalb olmazsa, cehildir. İltizam başka, itikad başkadır. 31- Bâtıl şeyleri iyice tasvir, safi zihinleri idlâldir. 32- Âlim-i mürşid, koyun olmalı; kuş olmamalı. Koyun, kuzusuna süt; kuş, yavrusuna kay verir. 33- Bir şey’in vücudu, bütün eczasının vücuduna vâbestedir. Ademi ise, bir cüz’ünün ademiyle olduğundan; zaîf adam, iktidarını göstermek için tahrib tarafdarı oluyor, müsbet yerine menfîce hareket ediyor. 34- Desatir-i hikmet, nevamis-i hükûmetle; kavanin-i hak, revabıt-ı kuvvetle imtizac etmezse cumhur-u avamda müsmir olamaz. 35- Zulüm, başına adalet külâhını geçirmiş; hıyanet, hamiyet libasını giymiş; cihada bagy ismi takılmış, esarete hürriyet namı verilmiş. Ezdad, suretlerini mübadele etmişler. 36- Menfaat üzerine dönen siyaset, canavardır. 37- Aç canavara karşı tahabbüb; merhametini değil, iştihasını açar. Hem de diş ve tırnağının kirasını da ister. 38- Zaman gösterdi ki: Cennet ucuz değil, Cehennem dahi lüzumsuz değil. 39- Dünyaca havas tanınan insanlardaki meziyet, sebeb-i tevazu’ ve mahviyet iken; tahakküm ve tekebbüre sebeb olmuştur. Fukaranın aczi, avamın fakrı sebeb-i merhamet ve ihsan iken; esaret ve mahkûmiyetlerine müncer olmuştur. 40- Bir şeyde mehasin ve şeref hasıl oldukça, havassa peşkeş ederler; seyyiat olsa, avama taksim ederler. 41- Gaye-i hayal olmazsa veyahut nisyan veya tenasi edilse; ezhan enelere dönüp etrafında gezerler. 42- Bütün ihtilalat ve fesadın asıl madeni ve bütün ahlâk-ı rezilenin muharrik ve menba’ı tek iki kelimedir: Birinci Kelime: “Ben tok olsam, başkası açlıktan ölse bana ne!” İkinci Kelime: “İstirahatim için zahmet çek; sen çalış, ben yiyeyim.” Birinci kelimenin ırkını kesecek tek bir devası var ki, o da vücub-u zekattır. İkinci kelimenin devası, hurmet-i ribadır. Adalet-i Kur’aniye âlem kapısında durup, ribaya “Yasaktır, girmeye hakkın yoktur” der. Beşer bu emri dinlemedi, büyük bir sille yedi. Daha müdhişini yemeden, dinlemeli!.. 43- Devletler, milletler muharebesi; tabakat-ı beşer muharebesine terk-i mevki ediyor. Zira beşer esir olmak istemediği gibi, ecîr olmak da istemez. 44- Tarîk-ı gayr-ı meşru ile bir maksadı takib eden, galiben maksudunun zıddıyla ceza görür, Avrupa muhabbeti gibi gayr-ı meşru muhabbetin akibetinin mükâfatı, mahbubun gaddarane adavetidir. 45- Maziye, mesaibe kader nazarıyla ve müstakbele, maasiye teklif noktasında bakmak lâzımdır. Cebr ve İtizal, burada barışırlar. 46- Çaresi bulunan şeyde acze, çaresi bulunmayan şeyde ceza’a iltica etmemek gerektir. 47- Hayatın yarası iltiyam bulur. İzzet-i İslâmiyenin ve namusun ve izzet-i milliyenin yaraları pek derindir. 48- Öyle zaman olur ki; bir kelime bir orduyu batırır, bir gülle otuz milyonun mahvına sebeb olur. (Haşiye) Öyle şerait tahtında olur ki; küçük bir hareket, insanı a’lâ-yı illiyyîne çıkarır ve öyle hal olur ki; küçük bir fiil, insanı esfel-i safilîne indirir. (Haşiye): Sırp bir neferin Avusturya Veliahdine attığı bir tek gülle; eski harb-i umumîyi patlattırdı, otuz milyon nüfusun mahvına sebeb oldu. 49- Bir tane sıdk, bir harman yalanları yakar. Bir tane hakikat, bir harman hayalata müreccahtır. LA YELZEMU MİN LÜZUMİ SIDKİ KÜLLİ KAVLİN KAVLÜ KÜLLİ SIDK Her sözün doğru olmalı; fakat her doğruyu söylemek, doğru değil. 50- Güzel gören, güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır. 51- İnsanları canlandıran emeldir; öldüren ye’stir. 52- Eskiden beri i’la-yı kelimetullah ve beka-yı istiklaliyet-i İslâm için farz-ı kifaye-i cihadı deruhde ile kendini, yek-vücud olan âlem-i İslâm’a fedaya vazifedar ve hilafete bayrakdar görmüş olan bu devlet-i İslâmiyenin felâketi; âlem-i İslâmın saadet ve hürriyet-i müstakbelesiyle telafi edilecektir. Zira şu musibet, maye-i hayatımız olan uhuvvet-i İslâmiyenin inkişafını hârikulâde ta’cil etti. 53- Hristiyanlığın malı olmayan mehasin-i medeniyeti ona mal etmek ve İslâmiyetin düşmanı olan tedenniyi ona dost göstermek, feleğin ters dönmesine delildir. 54- Paslanmış bîhemta bir elmas, daima mücella cama müreccahtır. 55- Herşeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir, göz ise maneviyatta kördür. 56- Mecaz, ilmin elinden cehlin eline düşse, hakikata inkılab eder; hurafata kapı açar. 57- İhsan-ı İlahîden fazla ihsan, ihsan değildir. Her şeyi, olduğu gibi tavsif etmek gerektir. 58- Şöhret, insanın malı olmayanı dahi insana maleder. 59- Hadîs, maden-i hayat ve mülhim-i hakikattır. 60- İhya-yı din, ihya-yı millettir. Hayat-ı din, nur-u hayattır. 61- Nev’-i beşere rahmet olan Kur’an; ancak umumun, lâakal ekseriyetin saadetini tazammun eden bir medeniyeti kabul eder. Medeniyet-i hazıra, beş menfî esas üzerine teessüs etmiştir: 1- Nokta-i istinadı, kuvvettir. O ise, şe’ni tecavüzdür. 2- Hedef-i kasdı menfaattır. O ise, şe’ni tezahümdür. 3- Hayatta düsturu, cidaldir. O ise, şe’ni, tenazu’dur. 4- Kitleler mabeynindeki rabıtası, âheri yutmakla beslenen unsuriyet ve menfî milliyettir. O ise, şe’ni müdhiş tesadümdür. 5- Cazibedar hizmeti, heva ve hevesi teşci’ ve arzularını tatmindir. O heva ise, insanın mesh-i manevîsine sebebdir. Şeriat-ı Ahmediyenin (A.S.M.) tazammun ettiği ve emrettiği medeniyet ise: Nokta-i istinadı, kuvvete bedel haktır ki; şe’ni, adalet ve tevazündür. Hedefi de, menfaat yerine fazilettir ki; şe’ni, muhabbet ve tecazübdür. Cihet-ül vahdet de, unsuriyet ve milliyet yerine, rabıta-i dinî ve vatanî ve sınıfîdir ki; şe’ni samimî uhuvvet ve müsalemet ve haricin tecavüzüne karşı, yalnız tedafü’dür. Hayatta, düstur-u cidal yerine düstur-u teavündür ki; şe’ni, ittihad ve tesanüddür. Heva yerine hüdadır ki; şe’ni, insaniyeten terakki ve ruhen tekâmüldür. Mevcudiyetimizin hâmisi olan İslâmiyetten elini gevşetme, dört el ile sarıl; yoksa mahvolursun. 62- Musibet-i âmme, ekseriyetin hatasından terettüb eder. Musibet; cinayetin neticesi, mükâfatın mukaddemesidir. 63- Şehid kendini hayy bilir. Feda ettiği hayatı, sekeratı tatmadığından, gayr-ı münkatı’ ve bâki görüyor. Yalnız daha nezih olarak buluyor. 64- Adalet-i mahza-i Kur’aniye; bir masumun hayatını ve kanını, hattâ umum beşer için de olsa, heder etmez. İkisi nazar-ı kudrette bir olduğu gibi, nazar-ı adalette de birdir. Hodgâmlık ile, öyle insan olur ki; ihtirasına mani herşey’i, hattâ elinden gelirse dünyayı harab ve nev’-i beşeri mahvetmek ister. 65- Havf ve za’f, tesirat-ı hariciyeyi teşci’ eder. 66- Muhakkak maslahat, mevhum mazarrata feda edilmez. 67- Şimdilik İstanbul siyaseti, İspanyol hastalığı gibi bir hastalıktır. 68- Deli adama “iyisin, iyisin” denilse iyileşmesi, iyi adama “fenasın, fenasın” denilse fenalaşması nâdir değildir. 69- Düşmanın düşmanı, düşman kaldıkça dosttur; düşmanın dostu, dost kaldıkça düşmandır. 70- İnadın işi: Şeytan birisine yardım etse; “Melektir” der, rahmet okur; muhalifinde melek görse, “libasını değiştirmiş şeytandır.” der, lanet eder. 71- Bir derdin dermanı, başka bir derde zehir olabilir. Bir derman, haddinden geçse, dert getirir. 72- EL CEMİYYETÜLLETİ FİHET TESANÜDÜ ALETÜN HULİKAT Lİ TAHRİKİS SEKENAT… VEL CEMİYYETÜLLETİ FİHET TEHASÜDÜ ALETÜN HULİKAT Lİ TESKİNİL HAREKET… 73- Cemaatte vâhid-i sahih olmazsa; cem’ ve zamm, kesir darbı gibi küçültür. (Haşiye) (Haşiye): Hesabda malûmdur ki; darb ve cem’, ziyadeleştirir. Dört kerre dört, onaltı olur. Fakat kesirlerde darb ve cem’, bilakis küçültür. Sülüsü sülüs ile darbetmek, tüsü’ olur; yani, dokuzda bir olur. Aynen onun gibi, insanlarda sıhhat ve istikamet ile vahdet olmazsa; ziyadeleşmekle küçülür, bozuk olur, kıymetsiz olur. 74- Adem-i kabul, kabul-ü ademle iltibas olunur. Adem-i kabul; adem-i delil-i sübut, onun delilidir. Kabul-ü adem, delil-i adem ister. Biri şek, biri inkârdır. 75- İmanî mes’elelerde şübhe, bir delili, hattâ yüz delili atsa da; medlûle îras-ı zarar edemez. Çünki binler delil var. 76- Sevad-ı a’zama ittiba edilmeli. Ekseriyete ve sevad-ı a’zama dayandığı zaman, lâkayd Emevîlik, en nihayet Ehl-i Sünnet cemaatine girdi. Adedce ekalliyette kalan salabetli Alevîlik, en nihayet az bir kısmı Râfızîliğe dayandı. 77- Hakta ittifak, ehakta ihtilaf olduğundan; bazan hak, ehaktan ehaktır; hasen, ahsenden ahsendir. Herkes kendi mesleğine “Hüve hak” demeli, “Hüve-l hak” dememeli. Veyahut “Hüve hasen” demeli, “Hüve-l hasen” dememeli. 78- Cennet olmazsa, Cehennem tazib etmez. 79- Zaman ihtiyarlandıkça, Kur’an gençleşiyor; rumuzu tavazzuh ediyor. Nur, nâr göründüğü gibi; bazan şiddet-i belâgat dahi, mübalağa görünür. 80- Hararetteki meratib, bürûdetin tahallülü iledir; hüsündeki derecat, kubhun tedahülü iledir. Kudret-i ezeliye zâtiyedir, lâzımedir, zaruriyedir; acz tahallül edemez, meratib olamaz, herşey ona nisbeten müsavidir. 81- Şemsin feyz-i tecellisi olan timsali, denizin sathında ve denizin katresinde aynı hüviyeti gösteriyor. 82- Hayat, cilve-i tevhiddendir, müntehası da vahdet kesbediyor. 83- İnsanlarda veli, Cum’ada dakika-i icabe, Ramazanda Leyle-i Kadir, Esma-i Hüsnada İsm-i A’zam, ömürde ecel meçhul kaldıkça; sair efrad dahi kıymetdar kalır, ehemmiyet verilir. Yirmi sene mübhem bir ömür, nihayeti muayyen bin sene ömre müreccahtır. 84- Dünyada masiyetin akibeti, ikab-ı uhrevîye delildir. 85- Rızk, hayat kadar kudret nazarında ehemmiyetlidir. Kudret çıkarıyor, kader giydiriyor, inayet besliyor. Hayat; muhassal-ı mazbuttur, görünür. Rızk; gayr-ı muhassal, tedricî münteşirdir, düşündürür. Açlıktan ölmek yoktur. Zira bedende şahm ve saire suretinde iddihar olunan gıda bitmeden evvel ölüyor. Demek, terk-i âdetten neş’et eden maraz öldürür; rızıksızlık değil. 86- Âkil-ül lahm vahşilerin helâl rızıkları, hayvanatın hadsiz cenazeleridir; hem rûy-i zemini temizliyorlar, hem rızıklarını buluyorlar. 87- Bir lokma kırk paraya, diğer bir lokma on kuruşa. Ağıza girmeden ve boğazdan geçtikten sonra birdirler. Yalnız, birkaç saniye ağızda bir fark var. Müfettiş ve kapıcı olan kuvve-i zaikayı taltif ve memnun etmek için birden ona gitmek, israfın en sefihidir. 88- Lezaiz çağırdıkça, sanki yedim demeli. Sanki yedimi düstur yapan; “Sanki yedim” namındaki bir mescidi yiyebilirdi, yemedi. 89- Eskiden ekser İslâm aç değildi, tereffühe ihtiyar vardı. Şimdi açtır, telezzüze ihtiyar yoktur. 90- Muvakkat lezzetten ziyade, muvakkat eleme tebessüm etmeli; hoş geldin demeli. Geçmiş lezaiz, ah vah dedirtir. “Ah!” müstetir bir elemin tercümanıdır. Geçmiş âlâm, “Oh!” dedirtir. O “Oh” muzmer bir lezzet ve nimetin muhbiridir. 91- Nisyan dahi bir nimettir. Yalnız her günün âlâmını çektirir, müterakimi unutturur. 92- Derece-i hararet gibi, her musibette bir derece-i nimet vardır. Daha büyüğünü düşünüp, küçükteki derece-i nimeti görüp, Allah’a şükretmeli. Yoksa isti’zam ile üflense, şişer; merak edilse, ikileşir; kalbdeki misali, hayali, hakikata inkılab eder.. o da kalbi döver. 93- Her adam için, heyet-i içtimaiyede görmek ve görünmek için mertebe denilen bir penceresi vardır. O pencere kamet-i kıymetinden yüksek ise, tekebbür ile tetavül edecek; eğer kamet-i kıymetinden aşağı ise, tevazu’ ile tekavvüs edecek ve eğilecek.. tâ o seviyede görsün ve görünsün. İnsanda büyüklüğün mikyası; küçüklüktür, yani tevazu’dur. Küçüklüğün mizanı; büyüklüktür, yani tekebbürdür. 94- Zaîfin kavîye karşı izzet-i nefsi, kavîde tekebbür olur; kavînin zaîfe karşı tevazu’u, zaîfte tezellül olur. Bir ulü-l emrin makamındaki ciddiyeti, vakardır; mahviyeti, zillettir.. hanesindeki ciddiyeti, kibirdir; mahviyeti tevazu’dur. Ferd mütekellim-i vahde olsa, müsamahası ve fedakârlığı amel-i sâlihtir; mütekellim-i maalgayr olsa, hıyanettir, amel-i talihtir. Bir şahıs, kendi namına hazm-ı nefs eder, tefahur edemez; millet namına tefahur eder, hazm-ı nefs edemez. 95- Tertib-i mukaddematta “tefviz” tenbelliktir, terettüb-ü neticede tevekküldür. Semere-i sa’yine ve kısmetine rıza; kanaattır, meyl-i sa’yi kuvvetlendirir. Mevcuda iktifa, dûn-himmetliktir. 96- Evamir-i şer’iyeye karşı itaat ve isyan olduğu gibi, evamir-i tekviniyeye karşı da itaat ve isyan vardır. Birincisinde mükâfat ve mücazatın ekseri âhirette; ikincisinde, ağlebi dünyada olur. Meselâ: Sabrın mükâfatı zaferdir, ataletin mücazatı sefalettir, sa’yin sevabı servettir, sebatın mükâfatı galebedir. Müsavatsız adalet, adalet değildir. 97- Temasül tezadın sebebidir, tenasüb tesanüdün esasıdır, sıgar-ı nefs tekebbürün menba’ıdır, za’f gururun madenidir, acz muhalefetin menşeidir, merak ilmin hocasıdır. 98- Kudret-i Fâtıra ihtiyaç ile, hususan açlık ihtiyacıyla; başta insan bütün hayvanatı gemlendirip, nizama sokmuş. Hem âlemi herc ü mercden halas edip, hem ihtiyacı medeniyete üstad ederek, terakkiyatı temin etmiştir. 99- Sıkıntı, sefahetin muallimidir. Ye’s, dalalet-i fikrin; zulmet-i kalb, ruh sıkıntısının menba’ıdır. 100- İZA TEENNES ERRİCALÜ BİTTEHEVVÜSİ… TERECCELEN NİSAİ BİL TEVAKKUHİ Bir meclis-i ihvana güzel bir karı girdikçe; riya, rekabet, hased damarı intibah eder. Demek inkişaf-ı nisvandan, medenî beşerde ahlâk-ı seyyie inkişaf eder.
Bediüzzaman Said Nursi
|
Güzel Vecizelerden Msn Nickleri bediüzzaman risalei nur ... Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nurdan Vecizeler Sözler